8 Şubat 2012 Çarşamba

Son Sigara // Bölüm 6








Bora cafenin otoparkına bıraktığı Deniz’den bir iki dakikalık mesafe kadar uzaklaşmıştı, Deniz’in görüntüsü boş kaldırımların kenarlarına yeni dikilmiş fidanların arasında dikiz aynasından yansıyan güneşle birlikte kaybolana kadar arka istikametinde kalan Deniz’e bakmaya devam etmişti.. Deniz o biraz ilerleyene kadar el sallamış ama hemen sonra arkasını dönmüş ve yürümeye başlamıştı.
Bora kendine ne olduğunu anlamıyordu, üstüne garip bir hüzün çökmüş ve sanki içinde derin bir boşluk oluşuvermişti, sanki kırk yıllık bir alışkanlığından vazgeçmiş gibi kendini boş ve yalnız hissediyordu. 
Kendi kendine hayıflandı, bir günlüğüne gelen bir misafir ona ne yapmıştı böyle. Az önce Deniz’i izlediği dikiz aynasında kendine baktı bu sefer ve yüzünde ki küsmüş çocuk edasını görünce içerledi. İçinden abartıyorum, birazdan geçer, sadece Deniz’in durumuna üzüldüm ve o masum, şirin genç kıza bu yüzden bu kadar yakınlık hissettim diye geçirdi. 
Ama bu düşüncenin ne derece doğru olduğunu kendiside bilmiyordu. Çünkü şuan içinde olduğu durumu kendiside tam tahlil edemiyordu. Daha kötüsü de içinde ki duyguların derinliğinden öylesine korkuyordu ki, durumun tek bir izahatı olduğunu biliyor ama onu kendine bile itiraf edemiyordu. 
Bora kafasında ki boğuk seslerle adeta cebelleşirken gözü Deniz’in biraz önce oturduğu koltukta yabancı bir şeye takıldı. Önce ne olduğuna anlam veremedi ama sonra beyninde yansıyan bir görüntü ne olduğunu anlamasına yardım etti, bu şey sabah manzarayı izlerken Deniz’in omuzlarını örten şaldı. 
Bunu anlamasıyla içinde ki sevince engel olamadı, derin bir nefes aldı, çocuk gözlerinin içine muzip bir gülümseme yerleşti. 
Evet, Bora Deniz’in yanına gitmek için bir bahane bulmuştu, hem de hiç ummadığı bir anda. Bir yandan yolun sonunda gördüğü sapaktan dönmek için sinyalini verip hazırlanırken bir yandan da boşta kalan eliyle boş koltukta ki şalı aldı ne yaptığının bile farkında olmadan yüzüne doğru yaklaştırıp şalı derin derin soludu. Şaldan savrulan koku boranın ciğerlerinde dans ettikten sonra etkisini yavaş yavaş hissettiren bir uyuşturucu misali beynine nüfuz etmeye başladı. Yaptığı şeye anlam veremiyordu ama umurunda da değildi. Şuan tek istediği bu kokuyu burnuna, ciğerlerine ve hatta mümkün olsa beynine işlemekti.
Bora sapaktan dönüp Deniz’i bıraktığı yere doğru ilerlerken şalı hala kokluyordu. 
-“Acaba cafeye gitmiş midir.” diye kendi kendine mırıldandı Bora.
Bu mırıldanmanın ardından içini yine tarifsiz bir boşluk kapladı, bunun nedeni Deniz’i bıraktığı yerde bulamama ve bir daha hiç görememe düşüncesiydi. BU düşünce az önce gözlerine gelip yerleşen mutluluğu anında bertaraf etti. Elinde ki şala baktı ve
-“Aptalım ben, aptal!” kendine kızmaya ve söylenmeye başladı. Bir yandan gaza daha sert basarken bir yandan tutuğu direksiyonu dövmeye ve kendine söylenmeye devam ederken gözü Deniz’i indirdiği kaldırıma ilişti.
Bir an vücudunda ki bütün kanın beynine sıçradığını hissetti, elinde ki şalı farkında olmadan dehşet bir güçle sıkmaya ve hızlı hızlı nefes alıp vermeye başladı. Gaza daha hızla bastı.
Deniz, ileride Bora’nın onu bıraktığı otoparkın girişindeydi hala, Bora’yı sinirlendiren ise yanında kızı zorla götürmeye çalışan ve bileğini hiç de hoş olmayan bir şekilde tutan garip görünüşlü iri kıyım bir adamdı. Deniz’in yüzünde ki dehşet verici ifade borayı kendinden geçirdi ve Bora o andan sonrasını ise hatırlamayacaktı.



Deniz bir yandan karşısında pis pis sırıtan Halil’in tuttuğu bileğini kurtarmaya çalışıyor bir yandan da ağlıyordu. Sesi belli belirsiz çıkıyor, yüreğine salınan korku sesinden belli oluyordu;
-“Lütfen bırak gideyim. Lütfen!” diye yalvarıyordu bunun hiçbir faydası olmadığını bildiği halde.
Kız deli gibi ağlıyor ve çırpınıyordu, canının yandığı ve çok korktuğu her halinden belliydi. Ama karşısında pis pis sırıtan adam kızın canını yanmasından ve korkusundan adeta zevk alıyordu, Deniz’in bu çaresizliği umurunda bile değildi, yırtıcı ve vahşi bir hayvan gibi kızı çekiştirmeye ve 3-4 metre mesafede ki arabaya götürmeye çalışıyordu. Bir yandan da Deniz’e
-“Seni küçük o…, dün elimden kurtuldun ama bu gün öyle bir şansın olmayacak.” Diye bağırıyordu hırıltılı bir sesle. Deniz ne kadar dirense de adama karşı koyamıyor ve elinden kurtulamıyordu. Deniz’in bu çabası karşısında adam bir an durdu ve vahşi vahşi gülerek boşta olan diğer eliyle yüzünde ki yara izini göstererek;
-“Bana bak küçük o…, bunun bedelini ödemeden hiçbir yere gidemezsin! Boşa debelenme, beni Anladın mı?” diye bağırdı.
Deniz kaçmaya çalışmanın bir faydası olmadığını biliyor ve kendini kapana kısılmış hissediyordu, ne yapacağını bilmez bir halde olanca gücüyle çırpınıyor ama adamın elinden bir türlü kurtulamıyordu. Çaresizdi, aklına gelebilecek her yola başvurmaya hazırdı. Bu adamın ona el sürmesinden se gerekirse kendini bile öldürebilirdi, son bir umutla çaresiz etrafına bakındı ama ortalıkta yardım isteyebileceği kimse yoktu. Yolun karşısında ki cafe de müziğin sesi öylesine yüksekti ki bağırsa bile kimse Deniz’i duymayacaktı. Bunu biliyordu çünkü dün yine burada avazı çıktığınca bağırmış ama sesini kimseye duyuramamıştı. Ama dün şans ondan yana olmuş ve adamın bir anlık dalgınlığından yararlanıp elinde ki çakmakla adamın yüzüne vurup elinden kurtulmayı ve kaçmayı başarmıştı. 
Adam kızın kabaca tuttuğu bileğini daha da sıkarak kızı zorla çekiştirmeye ve yakınlarda bulunan lüks bir aracın kapısından içeri doğru ittirmeye başladı bir yandan da adeta hayvani bir sesle konuşmaya devam etti.
-“Sana dedim, güzellikle olsun bu iş uzatma dedim ama beni dinlemedin. Bir de üstüne üstlük beni yaraladın. Şimdi karşılığını ödeyecek… ahh”. 
Adam bir anda ne olduğunu anlamadan yalpaladı ve Deniz acı içinde yere doğru savrulan adamın elinden kurtulmayı başardı. Ne olduğunu oda anlamamıştı. Arkasından gelen bir yumruk Halil’in kafasında patlamıştı bir anda.
Deniz şaşırmış ve arkasına döndüğünde bacakları boşalmış yanlarında duran arabanın açık kapısına tutunarak zor da olsa ayakta durmayı başarmıştı.
-“ALLAH’ım. Şükürler olsun.”  Gözlerinden akan yaşlarla birlikte bir mırıltı halinde defalarca tekrar etti. 
Dünya etrafında dönüyor ve gözü hiç bir şey göremiyordu. Kulaklarına Halil’in adi ve aciz sesi geliyor ve adamın yediği her yumrukta acı içinde inleyişini ve yapma diye bağırışını duyuyordu.
Nihayet kendini biraz toparlayıp sakinleştiğinde yine O’nu gördü.
Kurtarıcı meleği gelmiş ve yine O’nu en onulmaz bir anda düşmekte olduğu kuyudan çekip çıkarmıştı. Deniz az önce gözlerinden akan korku yaşlarını sildi ve tekrar Bora’ya baktı. Bora yere düşen ve acı içinde kıvranan adama yumruk atmaya devam ediyordu. Öyle sert vuruyordu ki elleri yarılmış ve kan içinde kalmıştı. Deniz Bora’nın ellerini görünce dehşete kapıldı ve koşarak yanlarına gitti. Boranın omzuna asıldı ve
-“Dur, yeter lütfen dur!” diye haykırdı.
Bora az önce Deniz’e hakaretler savuran ve canını yakan bu adamı adeta öldürmek istiyordu. Beyninde yankılanan o cümle “Dün elimden kurtuldun ama.” aklına geldikçe ve Deniz’in vücudunda ki morlukları hatırlayınca içinde ki bu istek daha da artıyordu. Deniz, kendisini duymayan Bora’nın elini adama tekrar vurmak için havaya kaldırdığında kıvrak bir hareketle yakaladı.
-“Lütfen, dur!” diye bağırdı.
Bora, ancak Deniz’in elini tutmasıyla kendine gelebilmişti. Bir an boş ve anlamsız bir ifadeyle önce yerde kanlar içinde yatan adam sonra kızın yüzüne baktı ve Deniz orada olmasa bu adama ne yapacağını kendisi bile kestiremedi. Hala içinde ki öfkeyi bastıramıyordu ama elini tutan sıcak ele karşı koymadı ve durdu. Adamın üstünde oturuyordu. Ellerinin kanadığının farkında bile değildi Deniz’in dokunuşundan başka hissedebildiği hiç bir şey yoktu. Kafasını kaldırdı ve bitap bir halde ki Deniz’in gözlerinin içine baktı;
-“Acıma bu adama!” dedi sert bir sesle. 
-“Acıma, lütfen izin ver, lütfen izin ver ona haddini bildireyim.” Dedi az öncekinden daha yumuşak ama hala sert bir sesle.
Deniz buruk şekilde gülümsedi, ‘Halil’e acımak mı’ diye geçirdi içinden. Hal bu ki aklına gelen tek şey sadece Bora’ydı. Elleri kan içindeydi, biraz daha vuracak olursa ellerine dikiş atılacak yarıklar oluşabilirdi. Üstelik bu adamın ne kadar pislik ve belalı olduğunu çok iyi biliyordu. Umurunda olan tek şey Bora’ydı ve Halil’in kendisi yüzünden Bora’ya en ufak bir kötülüğünün dokunma düşüncesiydi. İçten ve bitkin bir sesle konuşmaya başladı Deniz;
-“Hayır, umurumda olan o değil! Umurumda olan tek şey sensin. Ellerin yaralı. Lütfen bırak, yeter! Baksana neredeyse bayıldı, ona bu kadarı yeter!” dedi. Bora’nın sakinleşmesi onu da biraz sakinleştirmişti. Adam hala yerde inliyordu gözleri şişmiş ve mosmor olmuştu. Bir kaşı patlamış ve dudağı yarılmıştı. Deniz adamın pis ve yaralı suratına bakarken en ufak bir acıma hissetmiyordu. ALLAH’ından bulsun diye geçirdi içinden. Ve konuşmaya devam etti.
-“Ne olur gidelim buradan. “ bunu o kadar kırılgan söylemişti ki sesinin titremesine engel olamamıştı. Bora Deniz’in sesinde ki kırılganlığa dayanamadı, son cümlenin doğru olduğunu düşündü. Deniz’in daha fazla bu pisliğin yüzünü görmesine gerek yoktu, kızı biran önce buradan uzaklaştırmalıyım diye düşündü ve hiçbir şey söylemeden sadece başını olur anlamında sallayarak adamın üzerinden kalktı ve Deniz’in yanına gitti. Deniz’in acısını gidermek içtin ovuşturduğu bileğini tuttu ve baktı;
-“Canın çok yanıyor mu?” diye sordu.
Deniz’in içinde bastıramadığı hüzün sonunda galip geldi ve gözlerinden sızan yaşlar kızın narin yanağından aşağıya doğru süzülmeye başladı. Bora öylesine iyiydi ki kendi ellerinin kan içinde olduğu halde hala Deniz’i düşünüyordu, kendi acısı umurunda bile olmamıştı. Deniz minnet ve şefkat duygusuyla karşısında duran genç adamın gözlerinin içine baktı.
-“Ben iyiyim, ama sen benim yüzümden yaralandın şu hale bak.” Dedi Bora’nın kan içinde kalan ellerini tutup işaret ederken. Ve konuşmaya devam etti.
-“Lütfen bir hastaneye gidelim ve ellerine baksınlar.” Dedi Bora’nın başına gelenlerin kendi suçu olduğunu bilen mahcup bir edayla. Bora bakışlarını üzgün üzgün kaçıran Deniz’in ne düşündüğünü anlamıştı.
-“Hayır, bu senin suçun değil. Hem hastaneye de gerek yok, ufak sıyrıklar var sadece.” Dedi ve gülümsedi. Ardından Deniz’in elini nazikte tutarak çekti ve;
-“Hadi buradan gidelim” diyerek Deniz’in yere düşen valizini de alarak hızlı hızlı adımlarla Bora’nın 5-10 metre uzağa park ettiği arabaya yürüdüler.
Arabaya bindikten sonra oradan uzaklaşana kadar hiç konuşmadılar. İkisinin de aklında o kadar çok soru ve düşünce vardı ki.
Deniz bütün bu olanların kendi suçu olduğunu düşünüyor ve bu durumdan büyük üzüntü duyuyordu. Bora’ya Halil’in ne kadar kötü ve belalı biri olduğunu anlatması gerekiyordu. Bu düşünceler içinde önce Bora’nın direksiyonu tutan kanlar içinde ki eline daha sonra dışarı baktı, dudakları susuyor ama tüm acısını gözleri konuşuyordu.
Bora ise tüm olan biteni öğrenmeyi ve o adama haddini bildirmeyi istiyordu. Ama Deniz’in şuan da bunları anlatacak kadar iyi olmadığını bildiği için susuyordu.

Deniz şimdi ne olacak diye düşündü. Şimdi ne olacaktı, bu sefer nereye gidecekti?


Nursalkımın..

7 yorum:

  1. Yeni bir romancımız var artık diyebiliriz..Sürükleyici ve lezzetli..Tebrik ederim, ama devamı on gün sonra olmasın tamam mı :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler. Devamını elimden geldiğince çabuk yazmaya çalışacağım :)

      Sil
  2. Sayenizde roman okumayı sevdim galiba :) Eh artık devamını merakla beklemekten başka çare yok gibi:) Yüreğinize sağlık. Kaleminiz hiç susmasın.Sevgiler.

    YanıtlaSil
  3. Selamların en güzeli ile....
    Aramıza hoş geldin kadim dost...
    Hikaye çok güzel gidiyor her zaman olduğu gibi...
    baki selamlar....

    YanıtlaSil
  4. ben kiminle görüştüğümü bile bilmiyorum mail adresimi verdim tekrar yazıyorum neymiş bu mühim konu? glcntrk06@hotmail.com

    YanıtlaSil
  5. harikaydı canım biraz gecikiyorum okumada ama :(((olsun sonunda okuyorumya ....süper bir sonrakini okuyayım

    YanıtlaSil